İskoçya’nın doğusunda, kuzey denizine yakın bir konumda bulunan masalsı Edinburgh gezginlerin gözdelerinden birisi. Avrupa’nın en güzel görünümlü kentlerinden biri olarak kabul edilen engebeli bir coğrafi yapıya sahip olan Edinburgh eski ve yeni kasabaları ile Unesco Dünya Kültür Mirası listesindedir ve her yıl yaklaşık 13 milyon ziyaretçiyi bünyesinde ağırlamaktadır.
Şehrin en öne çıkan özelliği ise Ortaçağ ve Georgian dönemlerine ait göz kamaştıran mimarisidir. Yüksek eğitim oranı, kültürel düzeyi sebebiyle “Kuzey’in Atinası” olarak anılan şehir İskoçya’nın aydınlanmasında önemli bir yere sahiptir. Halen bu şehir ülkenin eğitim merkezi gibidir adeta. Bünyesinde dört tane üniversite bulunduran Edinburgh öğretim yılı içinde adeta öğrenci cennetine dönmektedir.
Castle Rock volkanik oluşumunun üzerinde yükselen Edinburgh Şatosu şehrin en görkemli yapısıdır. Bir çok modernleşme peşinde olan şehre inat burada Ortaçağ’dan kalan şehir planı korunmuştur ve pek çok binanın yapım tarihi 16.- 17. yüzyıldır.
Royal Mile şehrin en işlek caddesidir. Yapımına 12. yüzyılda başlanmış olan St. Giles Katedrali gibi büyük binaların etrafını meydanlar süsler.
Princess Street Gardens burada günün her saati nefes alabileceğiniz bir parktır. Parkın diğer yanında ise tarihe şehre inat yapar 18. yüzyılda yükselmeye başlayan yeni şehir yer alır.
İngilizler ve İskoçlar arasında temeli 7. yüzyıllara dayanan sürüp giden savaşlara rağmen, 15. yüzyıla gelindiğinde İskoç Kralı IV. James’in, İngiliz Kral VII. Henry’nin kızı olan Tudor ile evlenmesi neticesinde İskoçya ve İngiltere de birbirleriyle ayrılmaz bir şekilde bağlanmış oldu. “Rönesans İnsanı” teriminin ortaya çıkmasına sağlayan Kral IV. James’in egemenliği boyunca sanat ve bilimde oldukça önemli gelişmeler yaşandı ve ülkenin kültürel ve sanatsal hayatı hız kazandı.
Ancak 17. yüzyıla gelindiğinde ülkede çıkan politik kaos bir yandan Avrupa’da baş gösteren veba salgını öte yandan Edinburgh’u çok etkiledi, nüfus büyük oranda azaldı. Ancak 18. yüzyıla gelindiğinde eski kalabalık ve sağlıksız koşullardan uzaklaşmak için şehrin yeni bölgesine doğru yerleşimler başladı. Günümüzde “Yeni Şehir” olarak anılan bu bölgede aydınlanmaya katkı sağlayacak filozoflar, bilim insanları ve sanatçılar müthiş bir hızla ortaya çıkmaya başladı. 19. yüzyılda ise dünya gibi Edinburgh Endüstri Devrimi ile tanıştı ve şehir giderek bugünkü halini almaya başladı.
Bu arada küçük bir ek bilgi, Edingburg 2004 yılında UNESCO tarafından Edebiyat Kenti unvanını alan ilk şehirdir.
Robert Adams tarafından tasarlanan Charlotte Meydanı ise dünyadaki en güzel Georgian stili meydan olarak anılmaktadır. Bu şehir sadece tarihi ile değil aynı zamanda festivalleri ile de göz doldurmaktadır. Hemen hemen yılın her ayında burada bir festivale denk gelmeniz mümkün. En popüler olanı ise Ağustos ayında düzenlenen dünyanın en büyük sanat festivali olarak kabul edilen Fringe.
Ayrıca zamanınız ve enerjiniz varsa şehrin hemen yakınında bulunan Arthur’s Seat olarak anılan tepeye tırmanmanız ve tüm şehri tepeden seyretmeniz de eşsiz bir deneyim olabilir.
YolveMacera