Pek çok insandan şu sözleri duyarız: “Geçen gün falanca yaylaya ya da dağa çıktım, o kadar çok oksijen vardı ki nefes alamadım! E, bünye kirli havaya alışkın tabii.” Ardından bir başkası ekler: “Onun için dağlarda insanlar yüz yaşına kadar yaşıyor.” Sohbet boyunca dağ havası ve bol oksijen efsanesi tekrar tekrar anlatılır. Oysa bu, bilimsel olarak tamamen yanlış bir bilgidir.

Çünkü yaygın inanışın aksine, rakım yükseldikçe oksijen miktarı artmaz, tam tersine azalır. Yaylada nefes almakta zorlanmanızın sebebi oksijen fazlalığı değil, oksijen kıtlığıdır. Yükseklere çıkıldıkça hava basıncı düşer ve bunun sonucunda soluduğumuz havadaki oksijen miktarı azalır.
Yüksek rakımlarda oksijenin az olması, dağ havasının sağlıksız olduğu anlamına gelmez. Aksine, dağ havası şehir havasına kıyasla çok daha temizdir. Bunun nedeni, şehir havasının mikroskobik partiküller, toz ve kirletici maddeler içermesidir. Bu zararlı zerrecikler solunum yollarına ve akciğerlere zarar verebilir. Oysa dağ havası, bu tür kirleticilerden büyük ölçüde arınmıştır ve solunum yollarını rahatlatan temiz bir atmosfer sunar. Fakat “dağlarda bol oksijen var” düşüncesi tamamen yanlıştır.
Dağlarda Oksijen Azlığı İnsanları Nasıl Etkiliyor?
Vücudumuzda, oksijeni dokulara taşıyan alyuvarlar bulunur. Yüksek rakımlarda yaşayan insanların kanındaki alyuvar sayısı daha fazladır. Bunun nedeni, oksijen miktarının daha az olması ve vücudun bu duruma uyum sağlamak için alyuvar üretimini artırmasıdır. Dağlarda yaşamaya alışık olan insanlar, doğuştan bu koşullara adapte oldukları için oksijen eksikliğini hissetmeden, normal bir şekilde nefes alabilirler.
Ancak daha alçak rakımlarda yaşamını dürdürenler, yüksek rakımlara çıktıklarında başlangıçta oksijen eksikliği nedeniyle nefes darlığı yaşarlar. Fakat birkaç hafta içinde vücutları alyuvar üretimini artırarak bu duruma uyum sağlar.
Bu biyolojik adaptasyonu çok iyi bilen sporcular, büyük müsabakalardan önce antrenman yapmak için dağlara çıkarlar. Yüksek rakımda geçirdikleri birkaç hafta boyunca kanlarındaki alyuvar sayısı artar ve kondisyonları güçlenmiş olarak geri dönerler.

Kenya ve Etiyopya gibi yüksek rakımlı ülkelerden gelen maratoncuların başarısının temelinde de bu doğal adaptasyon süreci yatmaktadır. Bu sporcular, alçak bir rakıma indiklerinde daha fazla oksijen soludukları için, düşük rakımda yaşayan sporculara karşı büyük bir avantaja sahip olurlar ve birçok madalya kazanırlar. Ancak, birkaç ay sonra vücutları uyum sağladığında, bu avantajlarını yavaş yavaş kaybederler.
Ormanlarda Bol Oksijen Olduğu Doğru mu?
Bir başka yaygın inanış da ormanların bol oksijen ürettiği yönündedir. Ağaçlar fotosentez yoluyla oksijen üretir, ancak aynı zamanda karbondioksit de üretirler. Gündüzleri, fotosentez yaparak fazla miktarda oksijen üretir ve az miktarda karbondioksit salarlar. Ancak geceleri fotosentez yapmadıkları için oksijen üretimi durur ve yalnızca karbondioksit salgılarlar.
Daha da ilginç olan nokta, yetişkin bir ağacın ürettiği oksijen miktarının tükettiği oksijen miktarına neredeyse eşit olmasıdır. Yani olgun ağaçlar atmosferdeki oksijen miktarına önemli bir katkı sağlamazlar. Gerçekte, oksijen üretimi açısından asıl katkıyı genç fidanlar yapar. Ancak sanılanın aksine, bu katkı da dünya atmosferinde büyük bir değişim yaratacak kadar yüksek değildir.
Oksijen denildiğinde, çoğu insan bunun sadece ormanlardan geldiğini düşünse de, gezegenimizin oksijen kaynağı esas olarak denizlerde yaşayan bakteri ve algelerdir. Bugün bile dünyadaki oksijenin büyük bir kısmı, okyanuslardaki fotosentetik mikroorganizmalar tarafından üretilmektedir.
Ancak oksijenin sanıldığı gibi sadece bir sağlık kaynağı olmadığını da belirtmek gerekir. Aslında oksijen, hücrelerde organik maddeleri parçalayarak serbest radikallerin oluşmasına neden olan reaktif bir gazdır. Serbest radikaller, hücrelerin içinde serseri mayınlar gibi dolaşan zararlı moleküllerdir ve hücre hasarına yol açabilirler.
Bu yüzden vücudumuz, bu zararlı molekülleri hızla etkisiz hale getirecek antioksidan sistemlere sahiptir. Aksi takdirde, oksijenin kontrolsüz etkileri yaşlanma sürecini hızlandırabilir ve bazı hastalıklara yol açabilir.
Dağlarda dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli konu da güneş ışınlarının etkisidir. Yüksek rakımlarda, atmosfer daha ince olduğu için güneşin morötesi (UV) ışınları plajlardan bile daha güçlüdür. Bu nedenle, dağlara çıkan insanların ciltleri daha hızlı koyulaşır ve güneş yanıkları daha sık görülür. Yüksek irtifada güneş kremi kullanmak, vücudu iyi örtmek ve mutlaka güneş gözlüğü takmak gerekir. Aksi takdirde, şiddetli güneş yanıkları ve uzun vadede cilt kanseri riski artar.
Sonuç olarak
Dağlar, hem fiziksel hem de çevresel açıdan insan bedeni için zorlayıcı koşullara sahiptir. Bu bilimsel gerçekleri bilmek, doğayla ilgili yaygın efsaneleri sorgulamamıza ve daha bilinçli bir bakış açısı kazanmamıza yardımcı olur.
Sinan İpek
Size Bir Mesajımız Var
YolveMacera ekibi olarak yaklaşık 25 yıldır yollardayız. Gezmenin, kişinin hoşgörüsünü, yaratıcı yanını ve duyarlılığını artıran bir okul olduğunu ve bu okulun yaşı olmadığını; paylaşmanın da gezmek gibi bir tutku olduğunu biliyoruz. Bu nedenle hem etkinlikler düzenliyor, tutkumuzu paylaşmayı amaçlıyor hem de sizlere kaliteli içerikler üretmeye çalışıyoruz. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca siz de bizimle yeni maceralara, mecralara, dostluklara ve paylaşımlara merhaba demek isterseniz topluluğumuza dahil olabilirsiniz.
YolveMacera