Kent Yaşamının Ruh Sağlığımız Üzerindeki Etkileri

4,2 milyar insan yani Dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor. Bu sayının 2050 yılına kadar küresel nüfusun % 68’ini kapsayacak şekilde artması bekleniyor. 10 milyondan fazla nüfusu olan kentsel alanlar olarak tanımlanan dünyanın mega şehirleri arasında Tokyo ( Japonya) 37 milyon vatandaşla en büyüğü. Onu 29 milyon ile Delhi (Hindistan) ve 26 milyon ile Şangay (Çin) izliyor. Birleşik Krallık’ta, kırdan kente birkaç on yıllık göçün ardından, insanların % 83’ü kentsel ortamlarda yaşıyor ve Londra, Avrupa’nın ilk mega kenti haline geldi. Bir başka mega kent adayı İstanbul’da ise Türkiye nüfusunun yüzde 18,49’unun ikamet ediyor.

Kentsel yaşamın fiziksel sağlık üzerindeki zararlı etkileri, uzun zamandır bilinmektedir. Ancak yapılan çalışmalar kentsel yaşamın ruh sağlığı üzerinde de olumsuz etkileri olabileceğini ortaya çıkartıyor. Aslında fiziksel çevremizin zihinsel sağlığımızı da etkileyebileceği yeni bir fikir değil. 1930’larda iki sosyolog, şizofreni oranlarının şehir içi mahallelerde doğanlarda alışılmadık derecede yüksek olduğunu fark etti. O zamandan beri de, araştırmacılar her türden akıl hastalığının yoğun nüfuslu şehirlerde, kırsal alanlara göre daha yaygın olduğunu keşfettiler.

Gerçekten de kentlerde yaşayanların dünyadaki en yaygın ruhsal bozukluk olan depresyona yakalanma riski, şehir dışında yaşayanlara göre % 20 daha yüksektir. Halüsinasyonlar, sanrılar, paranoya ve düzensiz düşünceyle ilişkili ciddi bir psikiyatrik bozukluk olan psikoz gelişme riski, şehirlerde kırsalda yaşayanlara göre % 77 daha yüksektir. Endişeli hissetme ve yaklaşan bir tehlike veya panik duygusu ile karakterize edilen bir zihin durumu olan anksiyete bozukluğu geliştirme riski de, kırsal kesimde yaşayanlara göre kentlerde % 21 daha yüksektir. Kritik olarak, çocukluk ve ergenlik döneminde kentsel bir ortamda ne kadar uzun kalırsanız, yetişkinlikte akıl sağlığınızla ilgili bir soruna sahip olma riskiniz o kadar yüksek olur.

Kentsel çevredeki hangi belirli faktörler bu tür sorunların gelişme riskini artırmaktadır?

Epidemiyolojik çalışmalar çok sayıda faktör tanımlamıştır. Bunlardan bazıları, yeşil alanlara erişimin azalması ve yüksek düzeyde gürültü ve hava kirliliği gibi potansiyel sorunları vurgulamaktadır. Diğerleri, yalnızlık, sosyal eşitsizlikler gibi sosyal çevre ile ilgilidir. Kentsel çevredeki akıl hastalığı riskini artıran faktörlerin kent yaşamının ne içsel ne de kaçınılmaz yönleri olduğunu kabul etmek önemlidir. Bu bizi bir sonraki soruya götürür.

Kent yaşamı ruh sağlığımız için daha iyi hale nasıl getirilebilir?

Kentlerde yaşıyor olmanız elbette depresyon veya endişe geliştirmeye mahkum olduğunuz anlamına gelmez. Birçok insan şehirlerde büyür. Ve akıl hastalıkları, genetik ve yaşam koşullarının karmaşık bir ilişkisinden kaynaklanır. Birçok insan için kent yaşamı, artan eğitim olanakları, istihdam, sosyalleşme ve özel bakıma erişim fırsatları demektir. Bir şehre taşınmak, kişinin tam potansiyelini gerçekleştirmesi yolunda ilk adım olabilir. Benzer ilgi ve değerlere sahip topluluklara erişim sağlamak için gerekli bir koşul olabilir.

Günlük yaşamda karşılaştığımız pek çok şeyin zihinsel sağlığımızı tehdit ediyor olabileceği fikri endişe vericidir. Ancak depresyon ve diğer psikiyatrik bozukluklar için riskimizin doğa ile temas halinde azaldığını gösteren pek çok araştırma vardır. Bu durumda yapmamız gereken şehirlerde yaşarken bile doğaya mümkün oldukça çok erişim olanakları yaratmaktır. Nihayetinde şehirler, bizi aynı anda hem zorlayabilecek hem de besleyebilecek bir dizi engel ve fırsat, özgürlük ve esaret sunuyor. İyiyi de, kötüyü de yaratmak aslında bizim elimizde…

Kaynak:

YolveMacera

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Yazımızı okumaya devam etmek için reklam engelleyicinizi kapatır mısınız?