
“Kopmak zordur” der Nietzsche, “bir bağı ortadan kaldırmak acı vericidir. Fakat çok geçmeden yerine yeni bir kanat çıkar.” Nietzsche’nin hayatı böyle ayrılmalardan, kopmalardan oluşur. Fakat yalnızlığın içine salladığı her kürek özgürlüğünün biraz daha derinleşmesinin işaretidir. Nietzsche yorulmak nedir bilmeyen bir yürüyüşçüydü. Açık havada yürüyüş yapmak, Nietzsche’nin doğal ilham kaynağıydı. Nietzsche’nin yaşamı dört perdeye ayrılmış gibiydi…
İlk perde 1844’teki doğumundan Basel Üniversitesi’ne filoloji profesörü olarak atanmasına dek geçen dönemdi. Bu sıralarda ileri derece miyop olması haricinde Nietzsche güçlü kuvvetli bir adamdır. Sırasıyla Bonn ve Leipzig üniversitelerinde filoloji tahsilini başarıyla tamamlar. 24 gibi erken bir yaşta Basel Üniversitesi’ne filoloji öğretmeni olarak atanır.
Böylece ikinci perde açılır. On yıl boyunca Yunan filolojisi dersi verir. Ancak Nietzsche’nin ilgi alanı yalnızca filolojiyle sınırlı değildir. Aslında önce uzunca bir süre müzikle uğraşmayı denemiş, sonrasında felsefeye merak sarmıştır. Başlarda her şey yolundadır. Derslerine heyecanla hazırlanır, arkadaşlar edinir. Fakat coşkusu uzun sürmez. Onu yataklara düşüren korkunç baş ağrıları sıklaşır. Sonunda soluklanmak, gücünü yeniden kazanmak, toparlanmak için bir sene izin alır. Ama işe yaramaz.
Yürümek Nietzsche İçin Bir Kaçıştır Aslında
Aslında o dönemde yakasını bırakmayan ağrılarına derman olsun diye başladığı uzun yürüyüşler ve içine girdiği yalnızlık Nietzsche’nin kaderini çizecektir. Dikkatini şakaklarındaki çekiç darbelerinden uzaklaştırmak, onları dağıtmak ve unutmak için uzun uzun yürümek. Nietzsche yüksek dağların çetin arazi yapısının ya da Güney’in taşlı yollarının hoş kokan kuraklığının büyüsüne henüz kapılmamıştır. Daha çok göl kıyılarında yürüyüp, ormanların gölgesine dalmaktadır.
1877 Ağustos’unda Rosenlaui’de münzevi hayatı yaşadığı sırada şöyle yazar: “Keşke bir yerlerde bunun gibi küçük bir evim olsaydı; günde altı-sekiz saat yürüyerek, eve döndüğümde sayfalara aktaracağım düşüncelerle doldururdum aklımı.”

Fakat yürüyüşler de ağrıları için çözüm değildir. Sonunda, 1879’da üniversiteye istifa mektubunu sunar. Hayatında on yıllık üçüncü perde açılır. Nietzsche bu dönemde mütevazı bir hayat yaşamaya başlar. Genelde yürür, yürürken de çalışır. Yukarı Engadin dağını daha ilk yazında keşfeder, ertesi sene de köyü, Sils Maria’yı bulur. Boğucu sıcaklardan nefret ettiği için, çöküş dönemine kadar bütün yazlarını burada geçirecektir devamında. Buranın doğasıyla “bir kan bağı, belki daha da fazlasının” olduğunu hissetmiştir.
O ilk yazdan itibaren günde sekiz saat yalnız başına yürür ve Gezgin ve Gölgesi’ni yazar. Tepeler yazı kürsüsü olur, denizse görkemli çatısı. Açık havada dünyaya ve insanlara yukarıdan bakarak yürürken yazar, hayal kurar, keşfeder, kendinden geçer, buldukları karşısında ürker ve aklına gelen fikirlere kapılır. Nietzsche aralarında Tan Kızıllığı, Ahlakın Soy Kütüğü Üzerine, Şen Bilim, İyinin ve Kötünün ötesinde ve Böyle Söyledi Zerdüşt’ün bulunduğu en önemli eserlerini bu on yıl zarfında yazar.
Nietzsche yürümek zorundadır. Ona göre duvarların arasında hapsolmuş, sandalyelerine çakılıp kalmış yazarların kitapları obezdir, ağırdır. Oysa eserini yürürken yaratan yazarın prangaları yoktur; düşüncesi başka ciltlerin kölesi değildir. Yürürken düşünmek, düşünürken yürümek; sonra da yazmak..
“Ben,” der Zerdüşt, bir gezgin ve dağcıyım; düzlüklerden hoşlanmam ve görünüşe göre uzun süre kıpırdamadan oturamam. Beni bekleyen kader her neyse, yaşayacak daha neyim varsa, yürümek ve dağa tırmanmak olacak içinde: kişinin tecrübe edeceği şey nihayetinde hep kendidir.'”
Nietzsche İçin Son Evre
Nietzsche 1880’lerin ortasında artık önceleri gibi yürüyemediğinden şikayet etmektedir. Sırtı ağrıdığı için koltukta uzun süre arkasına yaslanarak oturmak zorundadır. Gezintiler eskisi gibi değildir, yalnızlık azalmıştır. Sonra ızdırap tekrar yakasına yapışır. Her kısa gezintinin ardından kendine gelmek için birkaç güne ihtiyaç duymaktadır. Yürüyüş biraz uzun sürse, yorgunluğu günlerce sürebilmektedir. Son bir dönüşüm vardır geçirilecek. Hayatının son perdesi bir yenilenme şarkısı, bir neşeye övgü olarak açılır.
Torino’yu ilk 1888 Nisan’ında keşfeder. Bir çeşit aydınlanma yaşar: Şehirleri tiksindirici bulmasına rağmen, burası “hem ayaklara hem de gözlere” hitap eder. Mutluluğu beraberinde sağlık getirir. Ağrıları yok olur. Birkaç ay içinde yıldırım hızıyla bir sürü kitap yazar. Tutku dolu yürüyüşler yapıp, akşamları da yeni yapıtları için notlar biriktirir. Ancak bu mutlu günler de fazla zaman sürmez.
Nietzsche kontrolden çıkmıştır. Sahibinden dayak yiyen bir atın boynuna sarılıp uzun uzun ağlar. Anlaşılmaz sözler geveleyerek etrafta dolaşmaya, gelip geçenlere vaazlar vermeye, cenazelere gidip ölünün kendisi olduğunu söylemeye başlar. Delirmiştir. Nietzsche, Basel kliniğine yatırılır hemen, devamında annesi onu Naumburg’daki evlerine götürür ve ömrü yettiğince onunla ilgilenir. Nietzsche gitgide sessizliğe gömülür, konuştuğundaysa tutarsız sözler sarf eder. Düşünemez olmuştur artık. Yine de bazen piyanonun başına geçip doğaçlama yapar. Migren ağrıları ve gözlerindeki acı dinmiştir.
Annesi ona bir tek uzun yürüyüşlerin iyi geldiğini fark eder ama bu hiç de kolay değildir, zira Nietzsche yoldan gelip geçenlere takılmakta, ortalık yerde bağırmaktadır. Bu sıralarda henüz 44 yaşındandır. Kısa süre sonra bedeni Nietzsche’ye ihanet eder. Felç sırtını yavaş yavaş ele geçirir ve Nietzsche kendini tekerlekli sandalyede bulur. Saatler boyunca insanlar etrafında dört dönerken o biçare hâlde sandalyesinde oturur.
1894’ün sonbaharıyla birlikte yakınları, yani annesi ve kız kardeşi hariç kimseyi tanımaz olur; tükenmiştir, gözlerini ellerine dikerek kımıldamadan oturur sadece. Çöküş yavaş ama kaçınılmazdır. Nietzsche 25 Ağustos 1900’de Weimar’da hayatını kaybeder.
Kaynak: FREDERIC GROS, “Yürümenin Felsefesi”, syf: 17 – 34
YolveMacera